Tuğçe Sabaz
2 Haz 20214 dk.
Fark yaratmak mı istiyorsun? Ya da sana özel olan potansiyeli çıkarmak mı?
Çözüm maskelerini indirmek.
Çünkü egosal koruma yöntemlerimiz aktifken özgünlüğümüz ortaya çıkamaz. Özetle olay kendi özümüzle, yani bizi biz yapan değerle bağlantı kurmak.
Hayatındaki ilişkileri düşün. İş, romantik ya da aile fark etmez. “İstediğim gibi gitmezse diye korkuyor musun?” Ya biterse, yanımda olmak istemezse diye çaresizlik dalgaları güldür güldür geliyor mu?
O kişi giderse, ilişki biterse hayatının anlamı da gitmiş gibi gelir. Gereksiz hissedersin. Bunun sebebi o ilişkiye bağlı değil bağımlı olman.
Ben anne değilim ama çevremdeki çoğu anne çocuk ilişkisinde bunu görüyorum:
Kendi olmaktan vaz geçip, annelik rolünün sahiplenilmesi. Çocuğum varsa varım, yoksa yokum gibi.
Halbuki atlanan nokta şu:
Ve bu noktadaki çıkış sorusu ise şu:
Şuan gerçekten en özgün halimi mi yaşıyorum? Bu hayatta oynadığım rollerim ardındaki kadın kim?
Bu sorulara dürüstçe cevap vermek çok önemli. Çünkü rollerin kölesi olduysak kendi doğrularımızı yaşamayız. Korkuların doğrularını yaşarız.
Ve önceden iyi hissettiğimiz bir konu, eylem, tutum sonradan rahatsızlık verebilir. Bunu birden anlamayabiliriz. Adım adım büyüyebilir. Veya rahat olduğumuz bir alanda şoke edici bir deneyim yaşayabiliriz.
Kabul görmek, onay almak için çocukluktan beri başkalarının doğruları peşinde koşuyoruz. Özellikle de kadın olarak. Küçük oynuyoruz. Sınırlarımızı geçmekten korkuyoruz. Sonsuz gençlik ve güzellik peşinde koşuyoruz. Bizim koymadığımız kusursuzluk kalıplarına kendimizi sokmaya çalışıyoruz.
Peki şunu hiç düşündün mü?
Peşinden koştuğun şey, olmaya çalıştığın şey gerçek kimliğinle uyuşuyor mu?
Kim olduğumuzu gerçekten bulmaya çalışmak, kim olduğumuzun peşinde koşmaya çalışmak ilk başta çok korkutucu. Çünkü doğduğumuz andan itibaren bir kalıbın içine konuyoruz. Onay, sevgi ve taktir için bu kalıplara uymaya devam etmemiz gerekiyor.
Dışlanmayınca rahat ve güvende hissediyoruz. Konforda oluyoruz. Ama aslen bu konfor alanı bizim ruhumuzu sömürüyor.
Elbette bu ilk başta çok da kolay olmuyor. Toplum bize değersiz olduğumuzu söylüyor. Değerli ve önemli olmamız için satın almamız gerekenler, yapmamız gereken kariyer planları, ilişki durumumuz ve çocuk sayımız bir bir sıralanıyor.
Yalan radarını anlamanın çok kolay bir yolu var, kendine şu soruyu sormak:
Bu benim için gerçekten doğru mu? Yoksa yalnızca fabrikasyon düşünceleri mi takip ediyorum?
Ve doğduğumuz andan itibaren bu oluyor. Yani ailelerimizden, öğretmenlerimizden ve kültürümüzden bize bu egosal yüzler empoze ediliyor. Karşılığında bize sunulacak sözde sevgi kırıntısına kanıp sorgulamadan takıyoruz bu yüzleri.
Ama bunun bizim öz kimliğimizle bağlantısı yok. Biz yalnızca sevgi ve değer alabilmek için sahtekarlık yapmış oluyoruz.
Bu egosal yüzleri takmamızın tek motivasyonu şu:
“Lütfen bana değer ver, biraz sevgi ver. Senin için ne istersen yaparım.”
Çıkış noktamız ise şu olmalı:
Geleceğim olmadan kimim? Eşyalarım, sahip olduğum şeyler, etiketlerim ve kimliklerim olmadan kimim?
Bunu çoğu kişi istemiyor. Çünkü hiçbir şey olduğuyla yüzleşmekten korkuyor.
İşte bu yüzden terapiler ve koçluk seansları çok önemli.
Pek çok defa şunu demişizdir:
Bu benim başıma neden geldi?
Ama bir daha asla bunu yaşamak istemem dediğimiz her durumda, aslında daha derine iniyoruz.
Başka bir gerçek yüzümüzle karşılaşıyoruz.
Mesela aklındaki berbat durum senaryoları gerçekleştiğinde, bir şey artık eskisi gibi hissettirmediğinde önünde iki seçenek var:
Peki ne yapacağımıza nasıl karar verebiliriz?
Dibe vurduğumuzda veya istemediğimiz durumlar deneyimlediğimizde başkalarını suçlamak ve göz ardı etmek gibi bir eğilime sahip oluyoruz.
Elbette acı hissetmek kimsenin hoşuna gitmez. Ama acının içinden geçtiğimizde, yani onu öcü olarak görmediğimizde ardından hediyeler de geliyor.
Nedir bu hediyeler:
İçimizdeki boşlukları anlamak
Kendimizle yüzleşmek
En korktuğumuz başımıza geldiğinde yine nefes aldığımızı görmek
Gücümüzü geri almak
Bu durumlarda bazen kaybedeceğimiz oyunu oynama tuzağına düşebiliyoruz.
Ama şunu kaçırıyoruz:
Gelişime yolculuğunun olmazsa olmazı ise şu: Bir şeyleri kaybetmek.
“O olmazsa ne yaparım,” diye içimizi yediğimizde bir yere varamayız.
Çıkış noktamız ise “kim olarak bunun içinden çıkacağım?” sorusunun dürüstçe cevabını vermek.
Bence doğduğumuzdan beri çarpık bir gelişimi yakalamaya çalışıyoruz. Daha lüks araba, daha yüksek dereceler ve kariyer pozisyonları, daha fazla arkadaş, daha büyük ev. Ve bu başarı işareti olarak görülüyor.
Aslında biz kendimizin en büyük bastırıcısıyız. Yani toplumun bizim kırışıklıklarımız ya da selülitlerimiz, ilişki durumumuz, kariyerimiz hakkında konuşmasına gerek kalmadan biz kendimiz konuşuyoruz, kendimizi yargılıyoruz. Kendimizi önce kendimiz aşağıya çekiyoruz. Biz kendimizi utandırıyoruz. Biz öz değerimizi görmemeyi seçiyoruz.
Ama asıl gelişim bunlar olmadan kim olacağını keşfetmekte yatıyor.
Demek istediğim ilişki durumun, kariyer seviyen ya da sosyal medyada kaç takipçin olduğuna göre kendi önemini belirlemekten vaz geçtiğin an yalnızca sana ait olan özgünlük de ortaya çıkacak.
Öteki türlü kendimizi yalnızca sınırlandırmış oluyoruz. Kim olduğumuz son derece sınırsız bir şey. Biz bir cisim değiliz, bunun çok daha ötesindeyiz.
Evet benim bu hafta anlatacaklarım bu kadar.
Hadi paylaş!
Ve bu içeriğim hoşuna gittiyse paylaşım butonlarına tıklayarak çevreni de haberdar edersen çok sevinirim. Çünkü bence dünyayı ilhamı yaydıkça değiştirebiliriz ve başkalarının hayallerinin gerçekleşmesine katkıda bulunabiliriz.
Haftaya yine görüşmek üzere!
Tüm kalpten sevgilerimle,
Tuğçe
💖